30 Eylül 2017 Cumartesi

EFSANELER SERİSİ 27:KORKUNÇ EFSANELER 3 Donmuş ama canlı insanlar

Donmuş olmalarına rağmen hala canlı olan insanlarla ilgili efsaneler, bilim insanlarının itirazlarına rağmen yüzyıllardır anlatılmakta. 
1981 yılında, Kuzey Dakota'da yaşanan bir olayda, resimde gördüğünüz Jean Hilliard isimli genç kadın -22ºC'de mahsur kaldıktan sonra donmuş halde bulunmuştu.
"Hastaneye götürüldüğünde, derisi hipodermik bir iğneyle delinemeyecek kadar sertti. Vücut ısısı, bir termometrenin gösteremeyeceği ölçüde düşüktü. Yüzü çok soluktu ve gözleri ışığa tepki vermiyordu. Ancak yaşıyordu. Nasıl canlı olduğunu açıklayamıyorum." diyor Dr. George Sather.Donmuş ama canlı insanlar

EFSANELER SERİSİ 26:KORKUNÇ EFSANELER 1 Patlayan balina

Oregonluların dinleyerek büyüdükleri bu hikaye, gerçek bir olaya dayanıyor. Sahile vurmuş bir balina + adi patlayıcılar = gökyüzünden yağan kanlı balina yağı...
1970 yılında ölü bir İspermeçet balinası Oregon sahiline vurmuş ve yetkililer de cesedi ortadan kaldırmanın en iyi yolunun onu patlatmak olduğunu düşünmüşler.
Balinanın kendi kendine patladığı efsanesi elbette çok çabuk yayılmış.Patlayan balina

EFSANELER SERİSİ 25:KORKUNÇ EFSANE GÖLGE ADAMLAR

Bir görünüp bir kaybolan insanlarla ilgili ürkütücü olaylar yaşadığını iddia edenler, genellikle ya uzun süre uykusuz kalmış ya da uyku felcine uğramış insanlardan oluşuyor. Yüzyıllar boyunca, gecenin bir yarısı uyanıp karanlık bir figürün üzerlerine çullandığı ya da odanın bir köşesinden kendilerine baktığını gördüklerine yemin eden insanların hikayeleri kulaktan kulağa yayıldı...
Ancak Fukuoka, Japonya'da yaşanan bir olayda, yalnız yaşayan bir adam evde eşyaları hareket ettiren ve yemek çalan başka bir şeyi varlığından şüphelenmeye başladı. Eve yerleştirdiği güvenlik kamerası tarafından kaydedilen görüntülerde, mutfak dolabının içinden çıkan yaşlı bir kadın görülüyordu... Tatsuko Horikawa (58) adındaki bu evsiz kadın, yaklaşık bir yıldır adamın evinde yaşadığını ve dolapların içine saklandığını itiraf etti. 
Elbette bu hikaye 'gölge insanlar'ın varlığını kanıtlamıyor; ancak birinin sizi izlediği hissine kapılacak olursanız iki kez düşünmenizi sağlayacağı kesin.Gölge insanlar

EFSANELER SERİSİ 24:Karagöz ile Hacivat Efsanesi

Karagöz, Batı Trakya'da Smakol adlı bir kentte yaşar. Demircidir. Sonradan Kırklareli'ne gelir. İstanbul'a geçer ve iş arar. Hoş sözlü ve nükteden kişidir. Bizans İmparator'u ile görüşmeyi başarır. Ancak iş bulamaz. İmparator onu, Türk olduğu için, Konya'ya Selçuklu Sultanı Alaeddin'e gönderir. Karagöz, saray hokkabazları aracılığıyla sultanla görüşür. Yine bir iş bulamadan Kırklareli'ne gönderir. Aradan yıllar geçer. Selçuklu devleti yıkılır. Orhan Bey Bursa'yı alır.
Bunu duyan Karagöz, eşini ve çocuklarını alarak Bursa'ya varır. Demirtaş köyüne yerleşir. Demirci olduğu için yapı taşlarını birbirine bağlayan demirleri yapmakta da ustadır.
Orhan Bey Bursa da bir cami yapmasını buyurur. Ustabaşlığını, Hacı İvaz Ağa (Hacivat) adında birine verilir. Karagöz görevlendirilir. İlk günler, sessiz sedasız, çalışır. Öbür çalışanlarla yakınlık kurunca, nükteli konuşmalarıyla çevresini eğlendirmeye başlar. Bir süre sonra, Hacı İvaz Ağa ile de yakınlık kurar. Eğlenceli söyleşilere başlar. Onlar konuşurken tüm çalışanlar izler ve işler kalır.
Orhan Bey, bir gün yapım alanına gelir, kimseyi göremez. Tüm çalışanlar, Karagöz ile Hacı İvaz Ağa'nın önüne toplanmış kahkahalarla onların konuşmasını izlemektedirler. Cami yapımı gecikmiştir. Duruma çok kızar. Karagöz'ün başını vurur. Karagöz, Çekirge yakınlarına gömülür.
Şeyh Küşteri Söylencesi
Orhan Bey,bir zaman sonra Karagöz'ü öldürttüğüne pişman olur.Olay halk arasında da hoşnutsuzluk yaratmıştır.Hacı İvaz'ı aratır. Hacı İvaz,Karagöz'ün başına gelenlerden korkarak Hac'ca gitmiş,yolda eşkıyalarca öldürülmüştür.Malları ,Şam'da satılır.Katiller köpeğinin yardımıyla bulunur ve asılır.
Orhan Gazi Şeyh Küşteri, adında bir kişinin Karagöz ve Hacivat'ı tanıdığını ,konuşmalarını bildiğini öğrenir.Şeyh Küşteri'yi çağırtır, aralarında şöyle bir konuşma geçer:
-Siz Karagöz'le Hacivat' tanıyormuşsunuz
-Evet
-Bunların hallerini bana anlatın.
-İzin verirseniz size onların hallerini bir oyunla canlandırayım.
Bundan şeyh Küşteri ,bir çanak, bir kül,biraz zeytinyağı ve bir de Ak tülbent ister.Kül ve zeytinyağını bir çanağa koyarak bir meşale yapıp,yakar.Tülbendi gerer ve ışıkla perdenin arkasına geçer.Sağ pabucuyla Kargöz'ü ,sol Pabucuyla Hacivat'ı canlandırır.Önce Hacivat'ı perdeye getirir.Osmanlıca Farsça bir dille konuşturur.Karagöz Hacivat'ın sözlerini anlamaz,ters ters yanıtlar verir.Söyleşileri böylece sürüp gider.
Orhan Gazi bu söyleşileri çok beğenir.Her zaman oynanmasını buyurur.Şeyh Küşteri bundan sonraki oyunlarda ,Karagöz ve Hacivat'ı eski giysilerle ,deri üzerine işler ve böyle oynatır.

EFSANELER SERİSİ 23:Bursa Uludağ Efsaneleri (BİRDEN FAZLA ULUDAĞ EFSANELERİ)

Bilge seyyahlardan edinilen bilginin ışığında; Uludağ’ ın eski adı Cebel-i Rahip (Keşişdağı) dir. Dervişler ve rahiplerin tarafından yapılan manastırlarda yaşamlarına devam ettikleri varsayılmaktadır.

Karının, buzlarının İstanbul’ a kadar götürüldüğü, tadına doyum olmaz alabalıklara sahip dereleri, hiçbir zaman erimeyen karının üzerinde yaşayan kar kurtlarından bahsedilir. Kurtların adının zülal olduğundan, kafaları koparılan bu kurtların vücutlarında sağlık niyetine taşıdıkları suyu içenin deva bulacağından söz edilir. 

Uludağ’da bulunan Softaboğan ismi verilen mevki de Yavuz Sultan Selim’in kardeşlerini ve çocuklarını tahta rakip çıkmamaları için "kardeş katli vaciptir " gereğince boğdurduğu bölge olarak tarihe geçer. Çok güvenilik deliller olmamasına rağmen, Bursa ahalisinin iyi eğitim almış ve insanlıklarının temiz ve duru olduğuna inandıkları bu şehzadelerinin öldürülmesini hatıralarından silemediklerini ve dilden dile bu bölgenin isminin efsanesiyle birlikte Softaboğan olarak geçtiği nakledilir.

Diğer efsane ise şöyle ; Uludağ’ ın yeşil yamaçlarında bulunan ve içinde ihtiyar bir kadın ve sarı kızı‘ nın yaşadığı bir kulübe bulunuyormuş. Sarı kızın da bir sarı ineği varmış. Bu sarı ineğin bir memesinden bal diğer memesinden süt akarmış. Sarı kız altın saçlı, ayva tenli, yakut dudaklı bir kızmış. Sarı ineğinin yanına inerek her gün olduğu gibi yine sütünü içip balını emecekmiş. Kulübeden çıktığı sırada çok derinlerden inilti gibi dokunaklı ince bir ses duymuş;
  • Sarı kız ! Sarı kız! Şimdi geldim şimdi geliyorum. Ağlayarak mı yoksa çağlayarak mı geleyim?
Sarı kız korkmuş, titremiş , soğuk soğuk terler dökmeye başlamış. Hemen anasının yanına koşmuş atmış kendini kollarına ve hüngür hüngür ağlamaya başlamış ve anlatmış başından geçenleri anasına bir bir. Bunun üzerine anası;
  • Vardır bir hikmeti boş değildir duyduğun sesi bir daha duyarsan cevap ver bakalım demiş.
Sarı kız akşama kadar, korkarak inmiş sarı ineğinin yanına. İyice etrafa bakmış, görememiş kimseyi.. Derken bir fısıltı. Aynı ses;
  • Sarı kız ! Sarı kız! Şimdi geldim şimdi geliyorum. Ağlayarak mı yoksa çağlayarak mı geleyim?
Zor olsa da kendini toparlamış sarı kız ve
  • Çağlayarak gel, deyivermiş..
Sarı kızın bu sözü üzerine başlamış kayalar çatlamaya, taşlar yarılmaya, köpük köpük çağlamış sular durulmaz önünde. Sarı kız köpüklerin arasına karışmış, büklüm büklüm altın saçları çözülmüş, tel tel saçılmış, alev alev yanan yüreği erimiş sularda.
 
Sular, sarı kız' ın saçıyla sararmış, alev alev yanan yüreğiyle ısınmış.

Bursa'nın kaplıcalarının efsanesi böyle anlatılır halk arasında. İçinde erimiş kükürt ve kimyasallar yüzünden sarı ve sıcak olan bu sular Bursa’ nın kehribar güzelidir. Yüzyıllardır bu sular Bursa’ ya hayran, Bursa’ da bu sulardaki güzele.
 
 

 
Bir Diğer efsane ise şöyle ; Küçük bir çoban Uludağ’ da bir adamın bahçesinde bulunan kestaneleri topladığı sırada bahçe sahibine yakalanır ve bir güzel dayak yer. Bu olay küçük çobanın çok ağrına gider ve yıllarca unutamaz. Gel zaman git zaman çoban büyür ve bir gün eşrafı ile Uludağ’da dolaşmaya çıkan padişaha bir iyilik yapar.

Padişah;
  • "Dile benden ne dilersen", der çocuğa.
Bunun üzerine hiç tereddüt etmeden Uludağ’da bulunan bütün kestane ağaçlarının halka verilmesini ister. Padişah bunun üzerinde hemen fermanını verir ve o günden bu güne herkesin rahatça çıkıp toplayabileceği kestane ağaçlarını ahaliye bağışlar.
 


Eski Yunanlılar Olympos’ un şuan da Makedonya sınırlarında olan Tesalya Bölgesi’ nde olarak kabul etmişlerdir. Fakat Antik Yunan’da, Ionia (Ege) ‘ de birden fazla Olympos Dağı vardır. Örnek olarak Uludağ’ a Olympos denilmekteydi. 

Mitolojide anlatılana göre yaz ve kış vardı Olympos’ ta. Fakat kışın soğuk ve rüzgar, yazın ise güneş ulaşamazmış Olympos Dağının zirvesine. Zirveyi kaplayan bulutların üzerinde Tanrıların babası Zeus' un görkemli sarayı bulunurmuş. Bütün tanrılar her sabah şafak sökerken onun sarayında toplanırmış. Kharites denilen bakire periler dans eder, Musalar (İlhan Perileri) şarkılar söylermiş Olympos Bahçeler’ inde. Tanrılar "Nektar” ya da "Ambrosia” olarak bilinen ebedi gençlik ve güç veren Hebe’ nin sunduğu içkilerini içerlermiş. Tüm gün boyunca insanların kaderlerini yönlendirmek için Zeus’ un sarayında kalır gece olunca ise kendi saraylarına çekilip uykuya dalarlarmış. Aralarında sadece Hestia uyumaz ve Dünya’ ya ışık veren ateşin sönmemesini sağlarmış. Tanrıların saraylarında kendi hizmetçileri bulunurmuş. Olympos Dağı’nın kapılarında "Horalar” yani "Saatler” olarak bilinen bakireler bekçilik edermiş. Horalar’ın anası olan Themis "Ebedi Adalet” bütün gün Zeus’ un yanında oturur ve onu adaletli ve hikmetli olması için yönlendirirmiş. Kabul edilen kararları gök kuşağı rengi kanatları bulunan Iris ile iletirlermiş. Olympos’da insanların kaderlerini Themis’in diğer üç kızı olan Parklar sarayın duvarlarına yazarlarmış ve yazdıkları hiçbir şekilde değişmez ya da silinmezmiş. Parklar’ın en küçüğü Klotho yaşam ipini büker, Lakhesis, her insanın şansı doğrultusunda sarar, Atropos ise ömrü tamamlandığında ipliği kesermiş. Kötü günler için siyah, iyi günler için beyaz ip kullanılırmış. Olympos Dağında yaşayan tanrıların altısı erkek, 6sı kadınmış. Bunların haricinde Zeus ve Poseidon’ un kardeşi Hades yer altında yaşamaktaydı. 13. tanrı Şarap tanrısı Dionysos’ un Olympos’ a katılması ile dağın sonu gelmiştir. 

Bursa'nın ilk yerleşim alanlarından biri olan Misi Köyü, turistler tarafından yoğun ilgi gören eski evleri, tarihi kalıntılarıyla büyük ilgi görmektedir. Nilüfer ilçesine bağlı olan köy 2000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bilinen en eski adının Mysia olan köy hem doğasıyla hem de tarihi değerleriyle ziyaretçilerini büyülemektedir. Pekmezi ve Asma yaprağı ile çok tanınmıştır. Hristiyanlar için köy kutsal bir değere sahiptir. Köydeki civarında bulunan bir manastır kalıntısında İncil'in bir nüshasının saklı olduğu düşünülmektedir.

EFSANELER SERİSİ 22:Masal Baba

İkinci ama şiir güzelliğindeki efsaneyi, masal babalarımızdan Eflatun Cem Güney(1896-1981) anlatır.Ancak onun da önce birkaç sözü var konuyla ilgili:
Bursa, ne sadece Uludağ'ın eteklerinde bir al ipek; ne de, Uludağ'ı kucaklayan bir yaprak denizi...Burası üstünden yüzyılların bir su gibi akıp geçtiği "bir tarih şehri"; ve dil, duygu cehveriyle dolu bir "folklor hazinesi" dir ve mutlaka, insan ruhunun yeşile hayranlığından doğmuştur.ancak bir bakışa göre, bu hayranlığı ilk duyan insan, ordularını kurban verdikten sonra gelip "Bitinya hükümdarlığına sığınan Kartacalı Anibal'dir.Bir bakışa göre de, Uludağ'ın tepesine tacıyla tahtıyla bir kuş gibi konan Hazreti Süleyman'dır! Birincisi bir tarihçi görüşü, ikincisi bir folklorcu inanışıdır.O görüş bir destan; bu inanış bir efsanedir...o destanı tarih dedeye sorun; bu efsaneyi de bir masal babasına...başınızı ağrıtmazsam dinleyin şimdi:

EFSANELER SERİSİ 21:Evliya Çelebi

Önce "seyyah-ı alem ve nedim-i beni-adem Evliya-yı bi-riya Mehmed Zılli'ye kulak verelim.Anlamadınız mı? Evliya Çelebi(1611-1682) demek istiyorum.
Adem yeryüzüne indikten sonra, yeryüzünde ilk tarih yazan İdris Peygamber'dir.Sonraları Kıpti'lerdir ki, bugüne kadar bütün olanları teker teker yazmaktadırlar.Sonra Yunanlılardır ki, bunların en büyük tarihçileri Yanko bin Madiyan'ın kardeşi Banvan'dır.İsrailoğullarının Hicam namında tarihleri varsa da inanılacak gibi değildir.Hint tarihleri,Hakan-ı Çin tarihi, Arap, Acem, Efrenç,Latin tarihleri dahi vardır.En son Rum(Anadolu) tarihidir.Bu tarihlerin hepsini hatmetmiş tarihçilerle görüştüm.Hiç birisi Bursa'yı kuranı yazmamışlar.Sade "Süleymanname"(Tuhfe) adlı eski tarihlerde şöyle yazılmıştır:
Süleyman Peygamber taht üzerinde havada uçarken Ruhban Dağının(Uludağ) en yüksek tepesinde durur.Dört çevresine bakarak veziri Asaf'a: "Şu geniş ovada bir büyük şehir olsaydı, ne güzel olurdu" buyurur.
Cin ve devlerden yanında olanlar derler:"Ey Peygamber, Tufandan önce burada büyük bir şehirle bir eski kale vardı.O kaleyi can kavmi yapmış derlerdi. Biz buraya askerle geldik.Alamayarak geri döndük.Sonra Tufanda kale batarak adı sanı kaybolmuştur."
Süleyman'ın emriyle periler o yerin taşını toprağını temizlerler.Kalenin bedenleri ve burçları ortaya çıkar.Süleyman'ın emriyle lodos şiddetle eser, kapılar ve duvarlar görünür.
Cinlerden biri:"Ey Peygamber, bu kalenin altındaki kayalarda tılsımlı bir hazine vardır.Onu bulsanız, dünya halkına, dünya yok olana kadar yeter..." der.
Başka bir cin:"Bulunmaz!" der.
Bir başkası:"Kim bulursa bu defineyle bir şehri imar eder!" der.
Kimi "bulunursa", kimi "bulunmazsa" der.
Derhal cinlere emredip hazineyi bulup şehri tamir edip adını da "Bulursa" korlar.Bursa, Bulursa'dan gelmedir.
Süleyman Bursa'nın garbında bir konak mesafede Edincik adlı büyük bir şehir yaptırıp Belkıs'a orasını taht yapar.
Hala büyük köşkleri görünür.Ayasofya sütunlarının bir çoğu bu şehirden gitmiştir.Süleyman Peygamber her sene Belkıs ile gelip bu Keşiş Dağı'nda (Uludağ) zevk u safa edermiş.